"Demokrasinin olmazsa olmazlarından biri, devlet kurumları arasındaki uyumdur… İktidarın görevi devlet kurumlarını itibarsızlaştırarak ele geçirmek olmamalıdır." diyen Tarhan şunları söyledi;
"Özgürlükçü demokrasilerde kamusal kararların seçilmişler tarafından alınması esastır. Kuralların seçilmişler tarafından koyulması, yönetime seçilmişlerin hakim olması demokrasinin temel ilkesidir. Kendilerine verilen olanaklar ve yetkiler nedeniyle özel bir konumda bulunan askeri kuvvetler, polis, istihbarat birimleri gibi devlet kurumları sivil otoritenin kontrolünde olmalı, siviller tarafından denetlenmelidir.
CHP, halkın oyları ile seçilen parlamentonun ve hükümetin yetkilerinin, hukukun öngördüğü demokratik kural ve kurumlar dışında hiçbir güç tarafından fiilen sınırlandırılmasını kabul etmemiştir, etmeyecektir. CHP, bu anlayışla, silahlı kuvvetlerin siyasete karışmasına karşı çıkmaktadır.
CHP, günümüzde, Türkiye için kapsamlı ve tutarlı bir sivilleşme programı öneren tek büyük partidir. Silahlı kuvvetler üzerinde demokratik kontrolü kurmanın en önemli parçası, hiçbir karar alanının sivil yönetimin iradesinin dışında kalmamasıdır. Ordunun ne büyüklükte olması gerektiği, zorunlu askerliğin hangi şartlarda yapılacağı, askeri harcamaların büyüklüğü gibi konular siviller tarafından karara bağlanmalıdır. CHP, tüm anayasal siyasi hareketlere ilişkin olarak, bu tarz nitelendirmelerden uzak barışçıl bir dil kurmuştur. Mevcut iktidarın ise kendisine muhalif her hareketi "terör", "illegal" gibi kavramlarla ilişkilendirerek siyasi alanı militerleştirdiği, güvenlik dilini hakim kıldığı görünmektedir.
İktidara hakim olan bu zihniyet, tüm muhalif hareketleri güvenlik bürokrasisi için meşru hedefler haline getiren bir durum doğurmuştur. Sivilleşmeyi savunduğunu iddia edenler için bu durum, en hafif ifade ile bir tutarsızlıktır.
İçinde bulunduğumuz dönemde, CHP sivilleşmeyi savunan, AKP ise sivilleşme konusunda direnen parti konumundadır. AKP'nin bu direnişi, bu partinin geçmişte sivilleşme söylemi kullanmasının asıl nedeninin, sivillerin her halükarda güvenlik bürokrasisine hakim olması inancı değil, sadece güvenlik bürokrasisinin kendisinden yana olmamasından kaynaklanan bir kaygı olduğu görüşünü güçlendirmektedir.
Özgürlükçü demokrasi, iktidarın bağımsız ve tarafsız yargı tarafından denetimi, bir başka deyişle kuvvetler ayrılığı, olmazsa olmazdır. Ancak bu yolla çoğunluğu elinde bulunduran iktidarların insan haklarını kısıtlayıcı veya yok edici eğilimlerinin önüne geçilebilir.
Bu bağlamda:
- Hukukun üstünlüğü, insan hakları, demokrasi gibi kavramlar sivil yönetimlerde gerçek anlamını bulur. Bunun içindir ki sağlıklı işleyen bir sivil yönetim, yönetmesi gereken kurumlarla kriz çıkaran bir yönetim değildir ve olmamalıdır da… Demokrasinin olmazsa olmazlarından biri de, devlet kurumları arasındaki uyumdur… İktidarın görevi devlet kurumlarını itibarsızlaştırarak ele geçirmek olmamalıdır.
- Askerin kışlasında kalması ve yasalarla kendine verilen görevleri yapması esastır. Dolayısıyla askerin sıcak siyasetin içine çekilmesi hiçbir zaman doğru değildir ve savunulamaz. Ancak sabah akşam askeri kötülemek, iftira ederek onları itibarsızlaştırmak, saygınlığına gölge düşürmek ulusumuza hiçbir yarar sağlamaz. Bu tür çabalar orduyu sıcak siyasetin içine çeker… Buna ortam hazırlanmamalı ve izin verilmemeli.
- Demokrasi, iktidardaki sivil yönetimin her istediğini yaptığı bir düzen değildir. Demokrasi iktidar gücünün, yargı tarafından "hukukun üstünlüğü" ilkesi çerçevesinde denetlendiği rejimdir. Demokrasi "otokrasi"ye dönüşmemelidir
- Son olayda yargı bağımsızlığının önemi bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bitmeyen mahkemeler, infaza dönüşen tutuklamalar, ihlal edilen insan hakları, yargıya duyulan güveni derinden sarsar noktaya getirmiştir. Yargı artık milli irade adına değil, siyasal iktidarın iradesine göre karar veren bir kuruma dönüşmüştür… Unutulmamalıdır ki, her iktidarın temelinde meşruiyet bulunmalıdır. Meşruiyetin temel koşulu da vicdanlardaki adalet duygusudur. AKP iktidarında bu duygu aşınmıştır. İktidar yargıdan elini çekmelidir.
- Bir Genelkurmay Başkanı ve üç kuvvet komutanının ordudaki terfiler öncesinde görevlerinden istifa etmeleri, devlet kurumları arasında ciddi bir kopukluğun olduğunu göstermektedir. Mademki komutanlar görevlerinden ayrıldılar, onlara ve iktidara düşen görev, bu tutumlarının tüm gerekçelerini kamuoyuyla paylaşmalarıdır. Bu tarafların varsa haklı gerekçelerini öğrenmemize ve hem de demokrasiye katkı sağlayacaktır.